vioft2nnt8|2000BDFC6638|yunusbirbilen|tbl_sayfa|metin|0xfdff099a030000005207000001000200Avukat olan başvurucu, müvekkilinin silahlı terör örgütüne üye olma suçundan gözaltına alınması üzerine ifadesine katılmak istemiş ancak başvurucunun ifadeye katılmasına izin verilmemiştir. Cumhuriyet başsavcılığı, başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan ceza yargılamasının devam etmesi nedeniyle 1 yıl süre ile müdafilikten yasaklanmasına karar verilmesini talep etmiştir. Sulh ceza hâkimliği talebin kabulüyle hakkındaki kovuşturma konusu suçla sınırlı olmak üzere başvurucunun 1 yıl süre ile müdafilik görevinden yasaklanmasına karar vermiştir. Başvurucunun bu karara itirazı, kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle kesin olmak üzere reddedilmiştir. İddia Başvurucu Avukat, hakkında müdafilikten yasaklanmaya ilişkin karar verilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Mahkemenin Değerlendirmesi Başvuruya konu mesleki hayata yönelik sınırlamanın başvurucunun özel hayatına ciddi şekilde etki ettiği ve bu etkinin belirli bir ağırlık düzeyine ulaştığı dikkate alınarak başvurucunun iddialarının bir bütün hâlinde sonuca dayalı olarak özel hayata saygı hakkı kapsamında incelenebilir nitelikte olduğu anlaşılmıştır. Bu bağlamda müdafilik görevinden yasaklanma 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 151. maddesinde düzenlenmiştir. Olay tarihinde yürürlükteki hâliyle anılan maddenin (3) numaralı fıkrasında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 220. ve 314. maddelerinde sayılan suçlar ile terör suçlarından şüpheli, sanık veya hükümlü olanların müdafilik veya vekillik görevini üstlenen avukatın, kendisi hakkında anılan suçlar nedeniyle soruşturma ya da kovuşturma bulunması hâlinde müdafilik veya vekillik görevini üstlenmekten yasaklanabileceği belirtilmiştir. 5237 sayılı Kanun’un 220. maddesinde suç işlemek amacıyla örgüt kurma, örgüte üye olma gibi örgüt suçları, 314. maddesinde de silahlı örgüt kurma, yönetme ve silahlı örgüte üye olma suçları düzenlenmiştir. Buna göre avukat hakkında müdafilik görevinden yasaklama kararı verilebilmesi için öncelikle müdafilik görevini üstlendiği kişinin örgüt veya silahlı örgüt ya da terör suçlarından şüpheli, sanık veya hükümlü olması gerekmektedir. Avukatın müdafilikten yasaklanması için ikinci şart ise kendisi hakkında anılan suçlardan dolayı soruşturma veya kovuşturma açılmış olmasıdır. Anılan düzenlemeye göre müdafilikten yasaklama kararı verilebilmesi için şüpheli/sanık/hükümlü ile avukatın aynı suç kapsamında soruşturma veya kovuşturma geçirmesine gerek bulunmamaktadır. Anılan maddenin (4) numaralı fıkrasına göre ise müdafilikten yasaklama kararı verilebilmesi için öncelikle Cumhuriyet savcısının bu konuda talepte bulunması zorunludur. Mahkeme veya hâkimin resen yasaklama kararı verme yetkisi yoktur. Söz konusu fıkrada, müdafilikten yasaklama kararlarına karşı itiraz edilebileceği de belirtilmiştir. Örgütsel haberleşme gibi müdafilik görevinin kötüye kullanılması sayılacak kabul edilebilir durumların her olayın somut koşullarına göre tespiti hâlinde; anılan suçlardan hakkında kovuşturma olan avukatın müdafilik görevinden geçici olarak yasaklanmasının terör suçları ve örgütsel suçlarla mücadele kapsamında amacı gerçekleştirmeye elverişli ve bu bağlamda demokratik toplum gereklerine uygun bir tedbir olduğu söylenebilir. Bununla birlikte özel hayata saygı hakkına yönelik bir müdahale bakımından, başvurucunun katlanacağı külfet ile kamu menfaati arasında adil dengenin sağlanıp sağlanmadığının tespitinde müdahaleyi gerçekleştiren derece mahkemelerinin karar gerekçesi büyük önem taşır. Derece mahkemelerinin temel hak ve özgürlüklere yönelik müdahalenin zorunlu bir ihtiyaca karşılık geldiğini ve orantılı olduğunu ilgili ve yeterli bir gerekçe ile ortaya koyma yükümlülüğü vardır. Bu kapsamda somut olayda öncelikle müdafilikten yasaklama tedbirinin uygulanması bağlamında Kanun tarafından mahkemeye/hâkime tanınan takdir yetkisinin denetime elverişli olacak şekilde ilgili ve yeterli gerekçe içermesi gerektiği vurgulanmalıdır. Tüm bu açıklamalar çerçevesinde başvuru konusu olay değerlendirildiğinde hakkında terör örgütüne üye olma suçundan devam eden bir kovuşturma olduğu gerekçesiyle avukat olan başvurucunun 1 yıl süre ile kovuşturmaya konu suçlar yönünden müdafilik görevi yapmasının yasaklandığı görülmüştür. Anılan kararda başvurucunun görevini kötüye kullandığı ya da müdafiliğini üstlendiği soruşturmayı olumsuz etkileyecek eylemleri olduğuna dair inceleme yapılmadığı gibi bu yönde bir tespitin de olmadığı görülmüştür. Ayrıca bununla birlikte başvurucunun ifadesine katılmak istediği soruşturma dosyasına münhasır yasaklama öngörülmediği gözetildiğinde yasaklamanın başvurucunun avukat olarak vekilliğini yürüttüğü bütün dosyaları da kapsar şekilde sonuç doğurabileceği anlaşılmaktadır. Gerek Cumhuriyet savcısının talebinde gerekse hâkimliğin kararında genel bir yasaklamayı gerektirecek başvurucunun müdafilik görevinin ifasına ilişkin bir tespitin mevcut olmadığı, sadece başvurucu hakkında kovuşturma olmasına dayanıldığı anlaşılmıştır. İtiraz mercii de yasaklama kararının koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediği ile sınırlı bir inceleme yapmış, hâkimliğin yasaklama kararı verirken takdir yetkisini hukuka uygun şekilde kullanıp kullanmadığı yönünde bir denetleme yapmamıştır. Bu durumda ilgili yargı kararlarında şikâyet konusu tedbirin somut olayın koşullarına göre zorunlu bir ihtiyaca karşılık geldiği ve orantılı olduğu hususları ilgili ve yeterli bir gerekçeyle ortaya konulmamıştır. Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. --- TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASA MAHKEMESİ İKİNCİ BÖLÜM KARAR RIDVAN YAVAŞCAN BAŞVURUSU (Başvuru Numarası: 2018/20514) Karar Tarihi: 28/6/2022 R.G. Tarih ve Sayı: 9/11/2022-32008 İKİNCİ BÖLÜM KARAR Başkan : Kadir ÖZKAYA Üyeler : Engin YILDIRIM Rıdvan GÜLEÇ Yıldız SEFERİNOĞLU Kenan YAŞAR Raportör : Ali KOZAN Başvurucu : Rıdvan YAVAŞCAN Vekili : Av. Afra Nur BASAR I. BAŞVURUNUN KONUSU 1. Başvuru, avukat olan başvurucu hakkında müdafilikten yasaklanmaya ilişkin karar verilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. II. BAŞVURU SÜRECİ 2. Başvuru 4/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. III. OLAY VE OLGULAR 4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden temin edilen ek bilgilere göre olaylar özetle şöyledir: 5. Başvurucu, Bursa Barosuna kayıtlı olarak avukatlık yapmaktadır. Başvurucu, müvekkili M.E.nin silahlı terör örgütüne üye olma suçundan gözaltına alınması üzerine müvekkilinin ifade vermesi sırasında ifadesinde hazır bulunmak amacıyla Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi Başkanlığı Şube Müdürlüğüne gitmiştir. Ancak başvurucunun ifadeye katılmasına izin verilmemiş, görevliler tarafından 17/4/2018 tarihli tutanak tutulmuş ve M.E.nin ifadesine başka bir avukat katılmıştır. Anılan tutanakta, M.E.nin özel avukatı olan başvurucunun huzurunda ifadesini vereceğini beyan etmesi üzerine başvurucunun hazır edildiği ancak yapılan araştırmada başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Bursa 10. Ağır Ceza Mahkemesinde ceza davasının olduğunun anlaşıldığı belirtilmiştir. 6. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan ceza yargılamasının devam etmesi nedeniyle 1 yıl süre ile müdafilikten yasaklanmasına karar verilmesini 17/4/2018 tarihinde Bursa 3. Sulh Ceza Hâkimliğinden talep etmiştir. 7. Sulh Ceza Hâkimliği 18/4/2018 tarihinde, talebin kabulüyle hakkındaki kovuşturma konusu suçla sınırlı olmak üzere başvurucunun 1 yıl süre ile müdafilik görevinden yasaklanmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, anılan tutanak tekrarlanarak başvurucunun davasının Bursa 10. Ağır Ceza Mahkemesinde devam ettiğinin anlaşıldığı ifade edilmiştir. 8. Başvurucunun bu karara itirazını Bursa 4. Sulh Ceza Hâkimliği itiraz edilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle 8/5/2018 tarihinde kesin olmak üzere reddetmiştir. Nihai karar, başvurucuya 8/6/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. 9. UYAP'tan yapılan inceleme neticesinde başvurucunun 6/2/2017 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklandığı ve 20/12/2017 tarihinde tahliye edildiği görülmüştür. Ayrıca Bursa Cumhuriyet Başsavcılığının silahlı terör örgütüne üye olma ve Terörizmin Finansmanın Önlenmesi Hakkındaki Kanun'a muhalefet suçlarından düzenlediği 20/4/2017 tarihli iddianamenin kabul edildiği ve başvurucu hakkındaki yargılamanın Bursa 10. Ağır Ceza Mahkemesinde derdest olduğu anlaşılmıştır. IV. İLGİLİ HUKUK A. Ulusal Hukuk 10. 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun "Avukatlığın mahiyeti" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir: "Avukatlık, kamu hizmeti ve serbest bir meslektir. Avukat, yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil eder." 11. 1136 sayılı Kanun'un "Avukatlığın amacı" kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Avukatlığın amacı; hukuki münasebetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır. Avukat bu amaçla hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis eder." 12. 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (g) bendi, 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un 6. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşmıştır. 6749 sayılı Kanun'un 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından, olağanüstü halin devamı süresince; g) Yürütülen soruşturmalarda, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 149 uncu maddesine göre seçilen veya aynı Kanunun 150 nci maddesine göre görevlendirilen müdafi, hakkında bu maddede sayılan suçlar nedeniyle soruşturma ya da kovuşturma bulunması halinde müdafilik görevini üstlenmekten yasaklanabilir. Cumhuriyet savcısının yasaklamaya ilişkin talebi hakkında, sulh ceza hâkimliği tarafından gecikmeksizin karar verilir. Yasaklama kararı, şüpheliye ve yeni bir müdafi görevlendirilmesi için ilgili baro başkanlığına derhal bildirilir.” 13. 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 2. maddesi, 1/2/2018 tarihli ve 7070 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun’un 2. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşmıştır. 7070 sayılı Kanun'un 2. maddesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 151. maddesinin (3), (4) ve (5) numaralı fıkrasına ibareler eklenmiştir. Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.2018/73, K.2019/65 sayılı kararıyla söz konusu (3) numaralı fıkrada yer alan “…soruşturma ya da…” ibaresi ile (4) numaralı fıkrada yer alan “…avukat hakkındaki soruşturma veya…” ve “…soruşturma veya…” ibareleri iptal edilmiştir. İptal kararı verilmeden önce olayların geçtiği tarihte 5271 sayılı Kanun’un "Müdafi görevini yerine getirmediğinde yapılacak işlem ve müdafilik görevinden yasaklanma" kenar başlıklı 151. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şu şekildedir: "(Ek: 25/5/2005 - 5353/22 md.) 149 uncu maddeye göre seçilen veya 150 nci maddeye göre görevlendirilen ve Türk Ceza Kanununun 220 ve 314 üncü maddesinde sayılan suçlar ile terör suçlarından şüpheli, sanık veya hükümlü olanların müdafilik veya vekillik görevini üstlenen avukat, hakkında bu fıkrada sayılan suçlar nedeniyle soruşturma ya da kovuşturma bulunması halinde müdafilik veya vekillik görevini üstlenmekten yasaklanabilir. (Ek:25/5/2005 - 5353/22 md.) Cumhuriyet savcısının yasaklamaya ilişkin talebi hakkında, hâkim veya mahkeme tarafından gecikmeksizin karar verilir. Bu kararlara karşı itiraz edilebilir. İtiraz sonucunda yasaklama kararının kaldırılması halinde avukat görevini devam ettirir. Müdafilik görevinden yasaklama kararı, avukat hakkındaki soruşturma veya kovuşturma konusu suçla sınırlı olmak üzere, bir yıl süre ile verilebilir. Ancak, soruşturma veya kovuşturmanın niteliği itibariyle bu süreler altı aydan fazla olmamak üzere en fazla iki defa uzatılabilir. Soruşturma sonunda kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi veya kovuşturma sonunda mahkûmiyet dışında bir karar verilmesi halinde, kesinleşmesi beklenmeksizin yasaklama kararı kendiliğinden kalkar." B. Uluslararası Hukuk 14. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir: "(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." 15. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında özel hayatın eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir kavram olduğu belirtilmektedir. Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen özel hayat kavramı AİHM tarafından oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapılmaktan özellikle kaçınılmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51). Bununla birlikte Sözleşme, denetim organlarının içtihatlarında bireyin kişiliğini serbestçe geliştirmesi ve gerçekleştirmesi ve kişisel bağımsızlık kavramlarının özel hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde temel alınmaktadır. (Sidabras ve Dziautas/Litvanya, B. No: 55480/00,59330/00, 27/7/2004, § 43; K.A. ve A.D./Belçika, B. No: 42758/98, 45558/99, 17/2/2005, § 83; Pretty/Birleşik Krallık, B. No: 2346/02, 29/4/2002 § 61; Christine Goodwin/Birleşik Krallık [BD], B. No: 28957/95, 11/7/2002, § 90). 16. Özel hayata saygı hakkına kamu makamlarının keyfî bir şekilde müdahale etmesinin önlenmesi, Sözleşme'nin 8. maddesi ile sağlanan güvenceler kapsamında yer almaktadır. AİHM, özel hayata saygı hakkı kapsamında bulunan bir menfaate devletin müdahale ettiğini tespit ettiğinde Sözleşme'nin 8. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen koşulları incelemektedir. Buna göre kamu makamlarının müdahalesinin yasal bir dayanağı olup olmadığı, anılan fıkrada yer alan meşru amaçlara dayalı olup olmadığı, demokratik bir toplumda gerekli ve orantılı olup olmadığı araştırılmaktadır (Dudgeon/Birleşik Krallık [GK], B. No: 7525/76, 22/10/1981, s 43; Olsson/İsveç No.1 [GK], B. No: 10465/83, 24/3/1988, s 59; De Souza Ribeiro/Fransa [BD], B. No: 22689/07, 13/12/2012, s 77). 17. AİHM, kural olarak ilgili kişinin mesleki yaşantısına getirilen bir kısıtlamayı Sözleşme'nin 8. maddesi kapsamında kabul etmektedir (Sodan/Türkiye, B. No: 18650/05, 2/2/2016, s 37). AİHM tarafından öncelikle mesleki hayatın kişiliğin geliştirilmesi üzerindeki etkisi tartışılmış, mesleki hayata getirilen sınırlamaların bireyin yakın çevresiyle ilişkilerini geliştirmesi ve sosyal kimliğini şekillendirmesi üzerinde etki doğuracağı belirtilmiş ve bu bağlamdaki müdahalelerin 8. maddenin kapsamına girebileceği değerlendirilmiştir. AİHM, bu konuya ilişkin her somut olay değerlendirmesinde özel hayat kavramının kapsamına ilişkin açıklamalarda bulunmuş ve bu kavramın bireyin kişisel hayatını istediği gibi yaşayabileceği bir iç alan ile sınırlandırmayı ve dış dünyayı bu alandan tamamen uzak tutmayı hakkın koruma alanını aşırı şekilde sınırlayan bir yaklaşım tarzı olarak nitelendirmiştir (Fernández Martínez/İspanya [BD], B. No: 56030/07, 12/6/2014, s 109). 18. AİHM, mesleki hayatla ilgili başvuru türlerinde özel hayat kavramını iki farklı yaklaşıma göre uygulamaktadır: birincisi özel hayata ilişkin bir unsurun anlaşmazlık nedeni olup olmadığı (sebebe dayalı yaklaşım), ikincisi ise itiraz edilen tedbirin sonuçları bakımından özel hayata dokunan bir meselenin olup olmadığı (sonuca dayalı yaklaşım). AİHM'e göre özel hayata ilişkin unsurların mesleğin icrası yönünden aranan nitelik ve yeterlilik koşulları bakımından gözetilmiş veya kişinin mesleği ile ilgili tasarruflara esas alındığı durumlardan kaynaklanan başvurular sebebe dayalı yaklaşım çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamı içinde değerlendirilir. AİHM, kişinin meslek hayatını etkileyen bir tedbirin kişinin özel hayatına yönelik ciddi olumsuz etkilerinin bulunduğu veya bulunma ihtimalinin olduğu durumların konu edildiği başvuruların sonuca dayalı yaklaşım kapsamında Sözleşme'nin 8. maddesinin kapsamı içine girebileceğini ifade etmiştir. Bu bağlamda söz konusu olumsuz etkilere ilişkin değerlendirmede AİHM, kişinin yakın çevresi üzerindeki -özellikle de maddi bakımdan ortaya çıkan sonuçları- diğerleri ile ilişki kurma ve geliştirme olanakları ile itibarı üzerindeki olumsuzlukları dikkate almaktadır. AİHM'in söz konusu yaklaşımlara ilişkin değerlendirmeleri için bkz. Denisov/Ukrayna, ss 100-117; Tamer Mahmutoğlu [GK], B. No: 2017/38953, 23/7/2020, ss 57-61. V. İNCELEME VE GEREKÇE 19. Anayasa Mahkemesinin 28/6/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü: A. Özel Hayata Saygı Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia 1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü 20. Başvurucu; i. Gözaltına alınan müvekkilinin talebi üzerine ifade verdiği sırada hazır bulunmak istediğini ancak hakkında henüz bir müdafilikten yasaklama kararı olmamasına rağmen ifadeye katılmasına engel olunduğunu, daha sonra da Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine hakkında müdafilikten yasaklama kararı verildiğini belirtmiştir. İlgili mevzuatta avukat hakkında belli suçlardan kovuşturma olması hâlinde müdafilikten yasaklama kararı verilebileceğinin düzenlendiğini, mevzuata göre doğrudan bir yasaklamanın mümkün olmadığını, yasaklama konusunda hâkime takdir yetkisi verildiğini vurgulamıştır. Bu takdir yetkisinin nasıl kullanıldığının da denetime elverişli olacak şekilde ve yeterli gerekçeyle ortaya konulması gerektiğini ancak ilgili kararların bu nitelikte bir gerekçe içermediğini iddia etmiştir. ii. Mevzuatta emredici bir hüküm olmadığına göre müdafilikten yasaklama kararı verilebilmesi için avukatın dâhil olduğu soruşturmayı ya da kovuşturmayı etkileyecek olumsuz davranışlarının olması gerektiğini vurgulamıştır. Ancak kendisinin avukat olarak katılmak istediği soruşturmanın dosyası ile benzer soruşturma ve kovuşturmaların dosyalarına etki edecek olumsuz bir davranışının olmadığını, zaten böyle bir tespitin de şikâyet ettiği karar ve kararın sürecinde yer almadığını ifade etmiştir. Bu durumla birlikte mevzuata göre avukat hakkında genel bir müdafilikten yasaklama kararı alınamayacağını ancak olumsuz etkisinin tespit edildiği soruşturma veya kovuşturmaya yönelik bir yasağın söz konusu olabileceğini, müdafilik görevini kötüye kullandığına dair bir tespit olmaksızın 1 yıl süre ile hakkındaki hem mevcut hem de ileride olabilecek müvekkillerini ve mesleki ilişkilerini etkileyebilecek şekilde yasak konulmasının ölçülü olmadığını ifade etmiştir. Ayrıca bu genel yasaklama nedeniyle avukatlık hizmeti karşılığında müvekkillerinden avukatlık ücreti de talep edemeyeceğini vurgulamış, mülkiyet hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. 21. Bakanlık görüşünde; yasaklama kararının soruşturma aşamasıyla sınırlı bir etki doğurduğu, kovuşturma aşamasına sirayet eden nitelikte olmadığı belirtilmiştir. Başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçu yönünden soruşturma yürütülmesi nedeniyle geçici bir süreyle, yargılandığı suç ile aynı mahiyette dosyalar kapsamında müdafilik görevinden yasaklanmasına karar verildiği ifade edilmiştir. Bu kapsamda Sulh Ceza Hâkimliğinin kararının incelenmesinde uygulanmak istenen tedbir yönünden kanunun aradığı koşulların bulunup bulunmadığının denetlendiği ve başvurucu hakkında verilmiş bir mahkûmiyet kararının olup olmadığına bakılmadığı vurgulanmıştır. 2. Değerlendirme 22. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesine dayanak alınacak 20. maddesi şöyledir: "Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz." 23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, s 16). 24. Kişilerin mesleki hayatlarının onların özel hayatlarıyla sıkı bir irtibatının olduğu ve meslek hayatına yönelik tedbirlerin ya da müdahalelerin söz konusu olduğu dava süreçlerinde özel hayata saygı hakkının gündeme geldiği yadsınamaz. Bununla birlikte öncelikle mesleki hayata yönelik tedbirlerin ya da müdahalelerin hangi durumlarda özel hayat kapsamında görülmeye uygun olduğu veya başvuru konusu edilen uyuşmazlıkların hangilerinin bu bağlamda uygulanabilir kabul edileceği hususlarında belirlenen ölçütlerin dikkate alınması gerekir (C.A. (3) [GK], B. No: 2018/10286, 2/7/2020, s 88). 25. Anayasa Mahkemesi C.A. (3) kararında, özel hayata ilişkin hususların kişinin mesleği ile ilgili tasarruflara esas alındığı durumlarda özel hayata saygı hakkının uygulanabilir olduğuna ve özel hayata ilişkin herhangi bir nedene dayanılmaksızın mesleki hayata yönelen müdahalelerin özel hayata saygı hakkı kapsamında değerlendirilebilmesi gerekli olan koşulların neler olduğuna ilişkin detaylı değerlendirmelerde bulunmuştur (C.A. (3), ss 90-96). 26. Anılan kararda belirtilen ilkeler gözetilerek somut olay değerlendirildiğinde başvurucunun temel iddialarının müdafilik yapmasının yasaklanmasına ve bu yasaklamanın mesleki faaliyetlerini ve ilişkilerini etkileyeceği yönünde olduğu görülmüştür. Avukatlık, 1136 sayılı Kanun'un ifadesiyle kamu hizmeti ve serbest bir meslektir. Adalet sistemindeki rolü nedeniyle toplum nezdinde önemli bir yeri ve saygınlığı olan avukatlığın niteliği gereği güçlü sosyal ilişkiler kurularak ifa edilen bir meslek olduğu söylenebilir. Buradan hareketle somut olayda, uzun süredir avukat olarak çalışan başvurucunun müdafilik yapmasının 1 yıl süre ile yasaklanmasının başkalarıyla ilişki kurabilme ve geliştirebilme imkânını, sosyal ve mesleki itibarını etkileyen ciddi sonuçlar doğurmaya yol açacağı, dolayısıyla anılan etkinin özel hayatına önemli bir ağırlık derecesinde yansıyacağı sonucuna ulaşılmıştır (benzer yönde ki değerlendirme için bkz. Özlem Kenan B.No: 2018/25808, 7/4/2021, s 42). 27. Açıklandığı üzere mevcut başvuruda, mesleki hayata yönelik sınırlamanın başvurucunun özel hayatını ciddi şekilde etkilediği ve bu etkinin belirli bir ağırlık düzeyine ulaştığı söylenebilir. Bu durum gözetildiğinde başvurucunun masumiyet karinesine ilişkin iddiaları haricindeki mesleki hayata dair iddialarının bir bütün hâlinde özel hayata saygı hakkı kapsamında incelenebilir nitelikte olduğu değerlendirilmiştir. a. Kabul Edilebilirlik Yönünden 28. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir. b. Esas Yönünden i. Müdahalenin Varlığı 29. Somut olayda avukat olan başvurucunun 1 yıl süreyle hakkındaki kovuşturmaya konu suçla sınırlı olsa da müdafilik görevinden yasaklanmasının başvurucunun mesleki hayatına, itibarına ve sosyal/mesleki ilişkilerine olumsuz etkileri olacağı açıktır. Bu durum gözetildiğinde mahkemenin başvurucunun mesleki faaliyetine ilişkin sınırlama getirmesinin özel hayata saygı hakkına müdahale olduğu sonucuna varılmıştır. ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı 30. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir: "Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz." 31. Yukarıda belirlenen müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 20. maddesini ihlal edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, meşru amaç taşıma, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama kriterlerine uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir (R.G. [GK], B. No: 2017/31619, 23/7/2020, s 82; Halil Berk, B. No: 2017/8758, 21/3/2018, s 49; Süveyda Yarkın, B. No: 2017/39967, 11/12/2019, s 32; Şennur Acar, B. No: 2017/9370, 27/2/2020, s 34). (1) Kanunilik 32. Başvurucu hakkındaki müdafilikten yasaklama tedbirinin 5271 sayılı Kanun’un 151.maddesine dayanılarak tesis edildiği görülmüştür. Bu kapsamda somut olayda başvurucunun özel hayata saygı hakkına yapılan müdahalenin kanuni bir dayanağının mevcut ve yargısal kararların yeterli bir hukuki temeli olduğu anlaşılmıştır. (2) Meşru Amaç 33. Anayasa'nın 13. maddesi, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasını ilgili hak ve özgürlüğe ilişkin Anayasa maddesinde gösterilen özel sınırlandırma sebeplerinin bulunmasına bağlı kılmıştır. Anayasa’nın 20. maddesinin birinci fıkrası yönünden ise özel sınırlama nedeni düzenlenmemiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, birtakım sınırlama sebeplerine yer verilmiş olmakla beraber bu sebepler sadece arama ve elkoyma tedbirlerine yöneliktir. Dolayısıyla bu sebeplerin özel hayata saygı hakkının tüm boyutları yönünden uygulanması mümkün görünmemektedir (AYM, E.2012/100, K.2013/84, 4/7/2013; Ahmet Çilgin, B. No: 2014/18849, 11/1/2017, s 40). 34. Anayasa'nın 20. maddesinde özel hayata saygı hakkı için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte söz konusu hakkın hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Anayasa'nın 12. maddesinde düzenlendiği üzere temel hak ve hürriyetler kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder. Bu bağlamda özel sınırlama nedeni öngörülmemiş olan hakların dahi hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırlarının bulunduğu sonucuna ulaşılabilmektedir. Ayrıca Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak da bu hakların sınırlanması mümkün olabilmektedir. Buna göre Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan hak ve özgürlükler ile devlete yüklenen ödevlerin özel sınırlama sebebi gösterilmemiş hak ve özgürlüklere sınır teşkil edebileceği kabul edilmektedir (AYM, E.2014/87, K.2015/112, 8/12/2015; E.2016/37, K.2016/135, 14/7/2016, s 9; E.2013/130, K.2014/18, 29/1/2014; Ahmet Çilgin, s 39). Bir başka deyişle temel hak ve özgürlüklerin kapsamının objektif uygulama alanının her bir norm yönünden bağımsız olarak değil Anayasa’nın bütünü içindeki anlama göre belirlenmesi gerekir (AYM, E.2017/130, K.2017/165, 29/11/2017, s 12). 35. Anayasa'nın 5. maddesinde ise "Devletin temel amaç ve görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır." denilmektedir. Buna göre kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak devletin temel amaç ve görevlerindendir (Ö.N.M., B. No: 2014/14751, 15/2/2017, s 71). Kişinin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamanın ön koşulu millî güvenliğin ve kamu düzeninin tesisidir. Millî güvenliğin ve kamu düzeninin sağlanmadığı bir ortamda hak ve özgürlüklerden gereği gibi yararlanılması, kişinin özel hayatına saygı gösterilmesi mümkün değildir. Bu kapsamda devletin hak ve özgürlükleri koruma ödevinin yanında millî güvenliği ve kamu düzenini sağlama görevi de bulunmaktadır (Ö.N.M., s 72). 36. Terör örgütleri ve örgütlü suçlarla mücadele kapsamında uygulanan müdafilik görevinden yasaklama şeklindeki tedbirin amacının -bir kamu hizmeti niteliğinde olan avukatlık mesleğinin adalet sistemi içindeki yeri ve önemi de gözetildiğinde- kamu hizmetinin etkin bir şekilde yürütülmesini sağlamak olduğu değerlendirilmiştir. Bu bağlamda somut olay özelinde başvurucunun özel hayatına saygı hakkına yönelen müdahalenin kamu düzeni ve kamu güvenliğinin sağlanması nedenlerine dayandığı ve bu suretle meşru amaç unsurunu taşıdığı sonucuna varılmıştır (benzer yönde bkz. AYM, E.2018/73, K.2019/65, 24/7/2019, s 41). (3) Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk ve Ölçülülük (a) Genel İlkeler 37. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı olması gerekir. Açıktır ki bu başlık altındaki değerlendirme, sınırlamanın amacı ile bu amacı gerçekleştirmek üzere başvurulan araç arasındaki ilişki üzerinde temellenen ölçülülük ilkesinden bağımsız yapılamaz. Çünkü Anayasa’nın 13. maddesinde "demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olmama" ve "ölçülülük ilkesine aykırı olmama" biçiminde iki ayrı kritere yer verilmiş olmakla birlikte bu iki kriter bir bütünün parçaları olup aralarında sıkı bir ilişki vardır (Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, s 45). 38. Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir. Amaca ulaşmaya yardımcı olmayan veya ulaşılmak istenen amaca nazaran bariz bir biçimde ağır olan bir müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı söylenemeyecektir (Ferhat Üstündağ, s 46). 39. Orantılılık ise sınırlamayla ulaşılmak istenen amaç ile başvurulan sınırlama tedbiri arasında dengesizlik bulunmamasına işaret etmektedir. Diğer bir ifadeyle orantılılık, bireyin hakkı ile kamunun menfaatleri veya müdahalenin amacı başkalarının haklarını korumak ise diğer bireylerin hak ve menfaatleri arasında adil bir dengenin kurulmasına işaret etmektedir. Dengeleme sonucu müdahalede bulunulan hakkın sahibine terazinin diğer kefesinde bulunan kamu menfaati veya diğer bireylerin menfaatine nazaran açıkça orantısız bir külfet yüklendiğinin tespiti hâlinde orantılılık ilkesi yönünden bir sorunun varlığından söz edilebilir (Ferhat Üstündağ, s 46). 40. Bu durumla birlikte avukatlık mesleği hukuki mesele ve anlaşmazlıkların hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının uygulanmasını sağlamaya yönelik olarak adalet hizmetinin yürütülmesinde önemli bir yere sahiptir. Ayrıca toplumun adalet sistemine karşı güven duymasının, adalet hizmetinin sürdürülebilir olması için zorunlu olduğu, avukatlık mesleğinin de bu güveni sağlama kapsamında icra edilmesi gerektiği söylenebilir. Adalet hizmetinin etkin bir şekilde yürütülmesini sağlamaya, mesleğin saygınlığını ve güvenirliğini korumaya da hizmet edecek mesleğin icrasına ilişkin bazı tedbirler öngörülmesinin avukatlık mesleğinin adalet sistemi içindeki rolü ve önemin doğal sonucu olduğu söylenebilir ( Özlem Kenan, s 61). 41. Buna göre özel hayata saygı hakkına yapılan bir müdahale, zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa ya da zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamakla birlikte orantılı değilse demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemez. (b) İlkelerin Olaya Uygulanması 42. 1136 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde avukatlık mesleğinin nitelikleri ve önemi, bir kamu hizmeti olduğu, avukatın yargılama süreci içinde adaletin bulunup ortaya çıkarılmasında görev aldığı, kamu yararını koruduğu belirtilmiştir. 1136 sayılı Kanun'un 1. ve 2. maddelerinde avukatlığın kamusal yönü ağır basan bir meslek olduğu vurgulanmıştır. Bilgi ve deneyimlerini öncelikle adalet hizmetine vererek adalete ve hakkaniyete uygun çözümler için hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasında yargı organlarıyla yetkili kurul ve kurumlara yardımı görev bilen avukatın yargı düzeni içindeki yeri hukuk devletinde önemlidir. Hukuk devletinin olmazsa olmaz unsuru olan bağımsız yargı, yargının olmazsa olmaz unsuru olan savunma ile birlikte anlam kazanır. Savunma sav-savunma-karar üçgeninden oluşan yargının vazgeçilmez ögesidir. Adaletli bir yargılamanın varlığı ancak avukatın etkin katılımıyla sağlanabilir (AYM, E.2007/16, K.2009/147, 15/10/2009). 43. Her serbest mesleğin kendine özgü yanları, birbirinden ayrılıkları bulunduğu gibi uzmanlık alanlarının farklılığı, farklı uygulamaları doğal, hatta zorunlu kılar. Avukatların savunma görevini üstlenmeleri ve adaletin gerçekleşmesine katkıları, mesleğinin özelliği sayılmakta ve kimi kısıtlamalara bağlı tutulmalarının haklı nedenlerini oluşturmaktadır. Avukatlık mesleğini seçenlerin avukatlık adına uygun biçimde görevlerinin gereklerini özenle yerine getirmeleri, avukatlık unvanından ayrı düşünülemeyecek saygı ve güveni koruyup güçlendirmenin başta gelen koşullarından biridir. Böyle olunca da adalet dağıtımında, yargı alanında görev üstlenen avukatların diğer serbest meslek mensuplarından farklı hükümlere bağlı tutulmaları haklı nedenlere dayanmakta ve Anayasa'nın eşitlik ilkesiyle çelişmemektedir (AYM, E.1988/50, K.1989/27, 23/6/1989). 44. Bu bağlamda müdafilik görevinden yasaklanma 5271 sayılı Kanun’un 151. maddesinde düzenlenmiştir. Olay tarihinde yürürlükteki hâliyle anılan maddenin (3) numaralı fıkrasında, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 220. ve 314. maddelerinde sayılan suçlar ile terör suçlarından şüpheli, sanık veya hükümlü olanların müdafilik ya da vekillik görevini üstlenen avukatın kendisi hakkında anılan suçlar nedeniyle soruşturma ya da kovuşturma bulunması hâlinde müdafilik veya vekillik görevini üstlenmekten yasaklanabileceği belirtilmiştir. 5237 sayılı Kanun’un 220. maddesinde suç işlemek amacıyla örgüt kurma, örgüte üye olma gibi örgüt suçları, 314. maddesinde de silahlı örgüt kurma, yönetme ve silahlı örgüte üye olma suçları düzenlenmiştir. Buna göre avukat hakkında müdafilik görevinden yasaklama kararı verilebilmesi için öncelikle müdafilik görevini üstlendiği kişinin örgüt veya silahlı örgüt ya da terör suçlarından şüpheli, sanık veya hükümlü olması gerekmektedir. Avukatın müdafilikten yasaklanması için ikinci şart ise kendisi hakkında anılan suçlardan dolayı soruşturma veya kovuşturma açılmış olmasıdır. 45. Anılan düzenlemeye göre müdafilikten yasaklama kararı verilebilmesi için şüpheli/sanık/hükümlü ile avukatın aynı suç kapsamında soruşturma veya kovuşturma geçirmesine gerek bulunmamaktadır. Anılan maddenin (4) numaralı fıkrasına göre ise müdafilikten yasaklama kararı verilebilmesi için öncelikle Cumhuriyet savcısının bu konuda talepte bulunması zorunludur. Mahkeme veya hâkimin resen yasaklama kararı verme yetkisi yoktur. Söz konusu fıkrada, müdafilikten yasaklama kararlarına karşı itiraz edilebileceği de belirtilmiştir. 46. Mevzuat Anayasa Mahkemesinin anılan iptal kararı (bkz. s 13) önceki hâliyle bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde avukat hakkında müdafilik görevinden yasaklama kararı verilebilmesi için ön koşul, müdafilik görevini üstlendiği kişinin 5237 sayılı Kanun’un 220. ve 314. maddeleri bağlamında örgüt veya silahlı örgüt suçları ya da terör suçlarından şüpheli, sanık veya hükümlü olması; avukat hakkında da anılan suçlardan dolayı soruşturma veya kovuşturma açılmış olmasıdır. Bununla birlikte anılan ön koşulun gerçekleşmesi durumunda Kanun'da müdafilik veya vekillik görevini üstlenmekten yasaklanabileceğinin düzenlendiği de dikkate alındığında doğrudan uygulanacak bir yasaklamanın öngörülmediği, Cumhuriyet savcısının talebini değerlendirmede mahkemeye/hâkime takdir yetkisi tanındığı açıktır. Bununla birlikte müdafilikten yasaklama kararlarına karşı itiraz hakkının mevcut olduğu, itiraz merciinin de yasaklama kararının koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğini değerlendirmenin yanı sıra mahkemenin kararı verirken takdir yetkisini hukuka uygun şekilde kullanıp kullanmadığını da denetleyeceği vurgulanmalıdır. 47. Örgütsel haberleşme gibi müdafilik görevinin kötüye kullanılması sayılacak kabul edilebilir durumların her olayın somut koşullarına göre tespiti hâlinde anılan suçlardan hakkında kovuşturma olan avukatın müdafilik görevinden geçici olarak yasaklanmasının terör suçları ve örgütsel suçlarla mücadele kapsamında amacı gerçekleştirmeye elverişli ve bu bağlamda demokratik toplum gereklerine uygun bir tedbir olduğu söylenebilir. Bununla birlikte özel hayata saygı hakkına yönelik bir müdahale bakımından başvurucunun katlanacağı külfet ile kamu menfaati arasında adil dengenin sağlanıp sağlanmadığının tespitinde müdahaleyi gerçekleştiren derece mahkemelerinin karar gerekçesi büyük önem taşır. Derece mahkemelerinin temel hak ve özgürlüklere yönelik müdahalenin zorunlu bir ihtiyaca karşılık geldiğini ve orantılı olduğunu ilgili ve yeterli bir gerekçe ile ortaya koyma yükümlülüğü vardır. Bu kapsamda somut olayda öncelikle müdafilikten yasaklama tedbirinin uygulanması bağlamında Kanun tarafından mahkemeye/hâkime tanınan takdir yetkisinin denetime elverişli olacak şekilde ilgili ve yeterli gerekçe içermesi gerektiği vurgulanmalıdır. 48. Tüm bu açıklamalar çerçevesinde başvuru konusu olay değerlendirildiğinde avukat olan başvurucunun hakkında terör örgütüne üye olma suçundan devam eden bir kovuşturma olduğu gerekçesiyle1 yıl süre ile kovuşturmaya konu suçlar yönünden müdafilik görevi yapmasının yasaklandığı görülmüştür. Anılan kararda başvurucunun görevini kötüye kullandığı ya da müdafiliğini üstlendiği soruşturmayı olumsuz etkileyecek eylemleri olduğuna dair inceleme yapılmadığı gibi bu yönde bir tespitin de olmadığı görülmüştür. Ayrıca bununla birlikte başvurucunun ifadesine katılmak istediği soruşturma dosyasına münhasır yasaklama öngörülmediği gözetildiğinde yasaklamanın başvurucunun avukat olarak vekilliğini yürüttüğü bütün dosyaları da kapsar şekilde sonuç doğurabileceği anlaşılmaktadır. 49. Gerek Cumhuriyet savcısının talebinde gerekse Hâkimliğin kararında başvurucunun genel bir yasaklamayı gerektirecek müdafilik görevinin ifasına ilişkin bir tespitin mevcut olmadığı, sadece başvurucu hakkında kovuşturma olmasına dayanıldığı anlaşılmıştır. İtiraz mercii de yasaklama kararının koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediği ile sınırlı bir inceleme yapmış, Hâkimliğin yasaklama kararı verirken takdir yetkisini hukuka uygun şekilde kullanıp kullanmadığı yönünde bir denetleme yapmamıştır. Bu durumda ilgili yargı kararlarında şikâyet konusu tedbirin somut olayın koşullarına göre zorunlu bir ihtiyaca karşılık geldiği ve orantılı olduğu hususlarının ilgili ve yeterli bir gerekçeyle ortaya konulduğu söylenemez. 50. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir. B. Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia 1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü 51. Hakkındaki ceza yargılamasının devam ettiğini, henüz karar verilmediğini, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar suçlu sayılmasının mümkün olmadığını vurgulayan başvurucu; yargı sürecini etkileyecek olumsuz bir davranışı olmamasına rağmen sadece hakkında kovuşturma olmasına dayanılarak müdafilik görevinden yasaklanmasının masumiyet karinesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür. 52. Bakanlık görüşünde; başvurucunun avukatlık hak ve yetkilerinin tümüyle kısıtlanmadığına, sadece ilgili mevzuatta belirtilen suçlar bakımından yürütülen soruşturmalar kapsamında bir sınırlama getirildiğine dikkat çekilmiştir. Bu açıklamalarla birlikte Cumhuriyet Başsavcılığının talebinde ve Sulh Ceza Hâkimliği kararında sadece soruşturma konusu suça ilişkin şüphe durumunun anlatıldığı, başvurucu hakkında herhangi bir suç tespitine yer verilmediği hususlarının masumiyet karinesine ilişkin yapılacak değerlendirmede gözetilmesi gerektiği belirtilmiştir. 2. Değerlendirme 53. Müdafilik görevinden yasaklama, bir cezalandırma olmayıp özellikle örgütlü suçlar bakımından yargılamanın sağlıklı bir şekilde yürütülmesini amaçlayan bir yargılama tedbiridir (AYM, E.2018/73, K.2019/65, 24/7/2019, § 40). 54. Masumiyet karinesi kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak kişinin masumiyeti asıl olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz. Bu çerçevede masumiyet karinesi kural olarak hakkında bir suç isnadı bulunan ve henüz mahkûmiyet kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilkedir (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, ss 26, 27). 55. Bu çerçevede masumiyet karinesi, mahkûmiyet hükmü kesinleşmeden kişi hakkında birtakım tedbirlerin uygulanmasına engel olacak şekilde yorumlanmamaktadır (benzer yöndeki kararlar için bkz. Erdoğan Ayhan Kit, B. No: 2013/9302, 17/9/2014, s 30; Mete Aslan, B. No: 2013/8521, 18/9/2014, s 25; Önder Sığırcıkoğlu, B. No: 2013/9303, 19/11/2014, s 26; Cafer Karataş, B. No: 2014/2369, 11/12/2014, s 44). Ayrıca gerçekleştirilen yargılamanın esasının bir hükümle sonuçlanması gerekmediği gibi yargılamanın esasına ilişkin mahkeme kararının kesinleşmesi de gerekmemektedir (benzer yöndeki karar için bkz. Sebahat Tuncel, B. No: 2012/1051, 20/2/2014, s 39). 56. Bu sebeple başvurucunun silahlı terör örgütüne üyelik suçundan yargılamasının devam ettiği gözetilerek geçici bir süreyle yargılandığı suç ile aynı mahiyette olan soruşturma ve kovuşturma konusu dosyalar kapsamında müdafilik görevinden yasaklanmasına karar verilmesinin masumiyet karinesini ihlal edecek nitelikte olduğu söylenemez. Nitekim ilgili sulh ceza hâkimlikleri kararın verildiği tarih itibarıyla somut olayda uygulanmak istenen tedbir yönünden Kanun'un aradığı koşulların bulunup bulunmadığını denetlemek durumunda olup başvurucu hakkında verilmiş bir mahkûmiyet kararının olup olmadığına bakmamaktadır (Kemal Uçar, B. No: 2018/18733, 27/1/202, s 32). 57. Bununla birlikte kamu otoriteleri veya görevlileri tarafından, hakkında soruşturma veya kovuşturma yürütülen kişiyle ilgili olarak -yargılama süreci bir mahkûmiyet hükmüyle kesinlik kazanmadan- suçluluğa dair herhangi bir kanaat ifade edilmesi ya da ceza yargılaması mahkûmiyet dışında bir kararla sona ermesine rağmen sona ermeye ilişkin kararda sanığın suçlu olabileceğinin ifade edilmesi durumunda masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilecektir. Dolayısıyla mahkeme kararlarında, resmî yazılarda veya kamu görevlilerinin ifadelerinde sarf edilen söz veya ifadeler nedeniyle kişiler hakkındaki masumiyet karinesinin ihlal edilmemesi için kullanılan ifadelerde seçilecek kelimelere azami dikkat edilmesi gerekir (Ali Atlı, B. No: 2013/500, 20/3/2014, s 35). 58. Bu kapsamda söz konusu olayda bireysel başvuruya konu kararlara bakıldığında, başvurucunun silahlı terör örgütü mensubu olduğu ya da suçlu olduğu inancının yansıtılmadığı, başvurucunun suçlu olduğunu ifade veya ima eden bir ibareye yer verilmediği anlaşılmıştır. 59. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Anayasa Mahkemesince kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, s 24). 60. Somut olayda masumiyet karinesine yönelik bir ihlal bulunmadığının açık olduğu anlaşılmıştır. 61. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. C. Giderim Yönünden 62. Başvurucu; ihlalin tespiti ile yargılamanın yenilenmesine, 4.360 TL maddi ve 100.000 TL manevi tazminata karar verilmesini talep etmiştir. 63. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinde yer almaktadır. 64. Başvuruda, ilgili yasaklama kararının üzerinden geçen süre ve başvurucunun talep etmemesi birlikte değerlendirildiğinde tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır. 65. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için haberleşme hürriyetinin ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya 13.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir. 66. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir. 67. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.794,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir. VI. HÜKÜM Açıklanan gerekçelerle; A. 1. Özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, 2. Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, B. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE, C. Başvurucuya 13.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE, D. 294,70 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.794,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE, E. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA, F. Kararın bir örneğinin bilgi için Bursa 3. Sulh Ceza Hâkimliğine (E.2018/2843 D. İş), Bursa 4. Sulh Ceza Hâkimliğine (2018/2916 D. İş) ve Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 28/6/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Sulh ceza hâkimliği talebin kabulüyle hakkındaki kovuşturma konusu suçla sınırlı olmak üzere başvurucunun 1 yıl süre ile müdafilik görevinden yasaklanmasına karar vermiştir. Başvurucunun bu karara itirazı, kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle kesin olmak üzere reddedilmiştir.
İddia
Başvurucu Avukat, hakkında müdafilikten yasaklanmaya ilişkin karar verilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
Başvuruya konu mesleki hayata yönelik sınırlamanın başvurucunun özel hayatına ciddi şekilde etki ettiği ve bu etkinin belirli bir ağırlık düzeyine ulaştığı dikkate alınarak başvurucunun iddialarının bir bütün hâlinde sonuca dayalı olarak özel hayata saygı hakkı kapsamında incelenebilir nitelikte olduğu anlaşılmıştır. Bu bağlamda müdafilik görevinden yasaklanma 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 151. maddesinde düzenlenmiştir. Olay tarihinde yürürlükteki hâliyle anılan maddenin (3) numaralı fıkrasında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 220. ve 314. maddelerinde sayılan suçlar ile terör suçlarından şüpheli, sanık veya hükümlü olanların müdafilik veya vekillik görevini üstlenen avukatın, kendisi hakkında anılan suçlar nedeniyle soruşturma ya da kovuşturma bulunması hâlinde müdafilik veya vekillik görevini üstlenmekten yasaklanabileceği belirtilmiştir. 5237 sayılı Kanun’un 220. maddesinde suç işlemek amacıyla örgüt kurma, örgüte üye olma gibi örgüt suçları, 314. maddesinde de silahlı örgüt kurma, yönetme ve silahlı örgüte üye olma suçları düzenlenmiştir. Buna göre avukat hakkında müdafilik görevinden yasaklama kararı verilebilmesi için öncelikle müdafilik görevini üstlendiği kişinin örgüt veya silahlı örgüt ya da terör suçlarından şüpheli, sanık veya hükümlü olması gerekmektedir. Avukatın müdafilikten yasaklanması için ikinci şart ise kendisi hakkında anılan suçlardan dolayı soruşturma veya kovuşturma açılmış olmasıdır.
Anılan düzenlemeye göre müdafilikten yasaklama kararı verilebilmesi için şüpheli/sanık/hükümlü ile avukatın aynı suç kapsamında soruşturma veya kovuşturma geçirmesine gerek bulunmamaktadır. Anılan maddenin (4) numaralı fıkrasına göre ise müdafilikten yasaklama kararı verilebilmesi için öncelikle Cumhuriyet savcısının bu konuda talepte bulunması zorunludur. Mahkeme veya hâkimin resen yasaklama kararı verme yetkisi yoktur. Söz konusu fıkrada, müdafilikten yasaklama kararlarına karşı itiraz edilebileceği de belirtilmiştir.
Örgütsel haberleşme gibi müdafilik görevinin kötüye kullanılması sayılacak kabul edilebilir durumların her olayın somut koşullarına göre tespiti hâlinde; anılan suçlardan hakkında kovuşturma olan avukatın müdafilik görevinden geçici olarak yasaklanmasının terör suçları ve örgütsel suçlarla mücadele kapsamında amacı gerçekleştirmeye elverişli ve bu bağlamda demokratik toplum gereklerine uygun bir tedbir olduğu söylenebilir. Bununla birlikte özel hayata saygı hakkına yönelik bir müdahale bakımından, başvurucunun katlanacağı külfet ile kamu menfaati arasında adil dengenin sağlanıp sağlanmadığının tespitinde müdahaleyi gerçekleştiren derece mahkemelerinin karar gerekçesi büyük önem taşır. Derece mahkemelerinin temel hak ve özgürlüklere yönelik müdahalenin zorunlu bir ihtiyaca karşılık geldiğini ve orantılı olduğunu ilgili ve yeterli bir gerekçe ile ortaya koyma yükümlülüğü vardır. Bu kapsamda somut olayda öncelikle müdafilikten yasaklama tedbirinin uygulanması bağlamında Kanun tarafından mahkemeye/hâkime tanınan takdir yetkisinin denetime elverişli olacak şekilde ilgili ve yeterli gerekçe içermesi gerektiği vurgulanmalıdır.
Tüm bu açıklamalar çerçevesinde başvuru konusu olay değerlendirildiğinde hakkında terör örgütüne üye olma suçundan devam eden bir kovuşturma olduğu gerekçesiyle avukat olan başvurucunun 1 yıl süre ile kovuşturmaya konu suçlar yönünden müdafilik görevi yapmasının yasaklandığı görülmüştür. Anılan kararda başvurucunun görevini kötüye kullandığı ya da müdafiliğini üstlendiği soruşturmayı olumsuz etkileyecek eylemleri olduğuna dair inceleme yapılmadığı gibi bu yönde bir tespitin de olmadığı görülmüştür. Ayrıca bununla birlikte başvurucunun ifadesine katılmak istediği soruşturma dosyasına münhasır yasaklama öngörülmediği gözetildiğinde yasaklamanın başvurucunun avukat olarak vekilliğini yürüttüğü bütün dosyaları da kapsar şekilde sonuç doğurabileceği anlaşılmaktadır.
Gerek Cumhuriyet savcısının talebinde gerekse hâkimliğin kararında genel bir yasaklamayı gerektirecek başvurucunun müdafilik görevinin ifasına ilişkin bir tespitin mevcut olmadığı, sadece başvurucu hakkında kovuşturma olmasına dayanıldığı anlaşılmıştır. İtiraz mercii de yasaklama kararının koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediği ile sınırlı bir inceleme yapmış, hâkimliğin yasaklama kararı verirken takdir yetkisini hukuka uygun şekilde kullanıp kullanmadığı yönünde bir denetleme yapmamıştır. Bu durumda ilgili yargı kararlarında şikâyet konusu tedbirin somut olayın koşullarına göre zorunlu bir ihtiyaca karşılık geldiği ve orantılı olduğu hususları ilgili ve yeterli bir gerekçeyle ortaya konulmamıştır.
Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
RIDVAN YAVAŞCAN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2018/20514)
Karar Tarihi: 28/6/2022
R.G. Tarih ve Sayı: 9/11/2022-32008
Başkan
:
Kadir ÖZKAYA
Üyeler
Engin YILDIRIM
Rıdvan GÜLEÇ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Kenan YAŞAR
Raportör
Ali KOZAN
Başvurucu
Rıdvan YAVAŞCAN
Vekili
Av. Afra Nur BASAR
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, avukat olan başvurucu hakkında müdafilikten yasaklanmaya ilişkin karar verilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 4/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden temin edilen ek bilgilere göre olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu, Bursa Barosuna kayıtlı olarak avukatlık yapmaktadır. Başvurucu, müvekkili M.E.nin silahlı terör örgütüne üye olma suçundan gözaltına alınması üzerine müvekkilinin ifade vermesi sırasında ifadesinde hazır bulunmak amacıyla Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi Başkanlığı Şube Müdürlüğüne gitmiştir. Ancak başvurucunun ifadeye katılmasına izin verilmemiş, görevliler tarafından 17/4/2018 tarihli tutanak tutulmuş ve M.E.nin ifadesine başka bir avukat katılmıştır. Anılan tutanakta, M.E.nin özel avukatı olan başvurucunun huzurunda ifadesini vereceğini beyan etmesi üzerine başvurucunun hazır edildiği ancak yapılan araştırmada başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Bursa 10. Ağır Ceza Mahkemesinde ceza davasının olduğunun anlaşıldığı belirtilmiştir.
6. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan ceza yargılamasının devam etmesi nedeniyle 1 yıl süre ile müdafilikten yasaklanmasına karar verilmesini 17/4/2018 tarihinde Bursa 3. Sulh Ceza Hâkimliğinden talep etmiştir.
7. Sulh Ceza Hâkimliği 18/4/2018 tarihinde, talebin kabulüyle hakkındaki kovuşturma konusu suçla sınırlı olmak üzere başvurucunun 1 yıl süre ile müdafilik görevinden yasaklanmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, anılan tutanak tekrarlanarak başvurucunun davasının Bursa 10. Ağır Ceza Mahkemesinde devam ettiğinin anlaşıldığı ifade edilmiştir.
8. Başvurucunun bu karara itirazını Bursa 4. Sulh Ceza Hâkimliği itiraz edilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle 8/5/2018 tarihinde kesin olmak üzere reddetmiştir. Nihai karar, başvurucuya 8/6/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.
9. UYAP'tan yapılan inceleme neticesinde başvurucunun 6/2/2017 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklandığı ve 20/12/2017 tarihinde tahliye edildiği görülmüştür. Ayrıca Bursa Cumhuriyet Başsavcılığının silahlı terör örgütüne üye olma ve Terörizmin Finansmanın Önlenmesi Hakkındaki Kanun'a muhalefet suçlarından düzenlediği 20/4/2017 tarihli iddianamenin kabul edildiği ve başvurucu hakkındaki yargılamanın Bursa 10. Ağır Ceza Mahkemesinde derdest olduğu anlaşılmıştır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
10. 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun "Avukatlığın mahiyeti" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Avukatlık, kamu hizmeti ve serbest bir meslektir.
Avukat, yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil eder."
11. 1136 sayılı Kanun'un "Avukatlığın amacı" kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Avukatlığın amacı; hukuki münasebetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır.
Avukat bu amaçla hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis eder."
12. 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (g) bendi, 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un 6. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşmıştır. 6749 sayılı Kanun'un 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından, olağanüstü halin devamı süresince;
g) Yürütülen soruşturmalarda, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 149 uncu maddesine göre seçilen veya aynı Kanunun 150 nci maddesine göre görevlendirilen müdafi, hakkında bu maddede sayılan suçlar nedeniyle soruşturma ya da kovuşturma bulunması halinde müdafilik görevini üstlenmekten yasaklanabilir. Cumhuriyet savcısının yasaklamaya ilişkin talebi hakkında, sulh ceza hâkimliği tarafından gecikmeksizin karar verilir. Yasaklama kararı, şüpheliye ve yeni bir müdafi görevlendirilmesi için ilgili baro başkanlığına derhal bildirilir.”
13. 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 2. maddesi, 1/2/2018 tarihli ve 7070 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun’un 2. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşmıştır. 7070 sayılı Kanun'un 2. maddesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 151. maddesinin (3), (4) ve (5) numaralı fıkrasına ibareler eklenmiştir. Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.2018/73, K.2019/65 sayılı kararıyla söz konusu (3) numaralı fıkrada yer alan “…soruşturma ya da…” ibaresi ile (4) numaralı fıkrada yer alan “…avukat hakkındaki soruşturma veya…” ve “…soruşturma veya…” ibareleri iptal edilmiştir. İptal kararı verilmeden önce olayların geçtiği tarihte 5271 sayılı Kanun’un "Müdafi görevini yerine getirmediğinde yapılacak işlem ve müdafilik görevinden yasaklanma" kenar başlıklı 151. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şu şekildedir:
"(Ek: 25/5/2005 - 5353/22 md.) 149 uncu maddeye göre seçilen veya 150 nci maddeye göre görevlendirilen ve Türk Ceza Kanununun 220 ve 314 üncü maddesinde sayılan suçlar ile terör suçlarından şüpheli, sanık veya hükümlü olanların müdafilik veya vekillik görevini üstlenen avukat, hakkında bu fıkrada sayılan suçlar nedeniyle soruşturma ya da kovuşturma bulunması halinde müdafilik veya vekillik görevini üstlenmekten yasaklanabilir.
(Ek:25/5/2005 - 5353/22 md.) Cumhuriyet savcısının yasaklamaya ilişkin talebi hakkında, hâkim veya mahkeme tarafından gecikmeksizin karar verilir. Bu kararlara karşı itiraz edilebilir. İtiraz sonucunda yasaklama kararının kaldırılması halinde avukat görevini devam ettirir. Müdafilik görevinden yasaklama kararı, avukat hakkındaki soruşturma veya kovuşturma konusu suçla sınırlı olmak üzere, bir yıl süre ile verilebilir. Ancak, soruşturma veya kovuşturmanın niteliği itibariyle bu süreler altı aydan fazla olmamak üzere en fazla iki defa uzatılabilir. Soruşturma sonunda kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi veya kovuşturma sonunda mahkûmiyet dışında bir karar verilmesi halinde, kesinleşmesi beklenmeksizin yasaklama kararı kendiliğinden kalkar."
B. Uluslararası Hukuk
14. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:
"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir."
15. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında özel hayatın eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir kavram olduğu belirtilmektedir. Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen özel hayat kavramı AİHM tarafından oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapılmaktan özellikle kaçınılmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51). Bununla birlikte Sözleşme, denetim organlarının içtihatlarında bireyin kişiliğini serbestçe geliştirmesi ve gerçekleştirmesi ve kişisel bağımsızlık kavramlarının özel hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde temel alınmaktadır. (Sidabras ve Dziautas/Litvanya, B. No: 55480/00,59330/00, 27/7/2004, § 43; K.A. ve A.D./Belçika, B. No: 42758/98, 45558/99, 17/2/2005, § 83; Pretty/Birleşik Krallık, B. No: 2346/02, 29/4/2002 § 61; Christine Goodwin/Birleşik Krallık [BD], B. No: 28957/95, 11/7/2002, § 90).
16. Özel hayata saygı hakkına kamu makamlarının keyfî bir şekilde müdahale etmesinin önlenmesi, Sözleşme'nin 8. maddesi ile sağlanan güvenceler kapsamında yer almaktadır. AİHM, özel hayata saygı hakkı kapsamında bulunan bir menfaate devletin müdahale ettiğini tespit ettiğinde Sözleşme'nin 8. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen koşulları incelemektedir. Buna göre kamu makamlarının müdahalesinin yasal bir dayanağı olup olmadığı, anılan fıkrada yer alan meşru amaçlara dayalı olup olmadığı, demokratik bir toplumda gerekli ve orantılı olup olmadığı araştırılmaktadır (Dudgeon/Birleşik Krallık [GK], B. No: 7525/76, 22/10/1981, s 43; Olsson/İsveç No.1 [GK], B. No: 10465/83, 24/3/1988, s 59; De Souza Ribeiro/Fransa [BD], B. No: 22689/07, 13/12/2012, s 77).
17. AİHM, kural olarak ilgili kişinin mesleki yaşantısına getirilen bir kısıtlamayı Sözleşme'nin 8. maddesi kapsamında kabul etmektedir (Sodan/Türkiye, B. No: 18650/05, 2/2/2016, s 37). AİHM tarafından öncelikle mesleki hayatın kişiliğin geliştirilmesi üzerindeki etkisi tartışılmış, mesleki hayata getirilen sınırlamaların bireyin yakın çevresiyle ilişkilerini geliştirmesi ve sosyal kimliğini şekillendirmesi üzerinde etki doğuracağı belirtilmiş ve bu bağlamdaki müdahalelerin 8. maddenin kapsamına girebileceği değerlendirilmiştir. AİHM, bu konuya ilişkin her somut olay değerlendirmesinde özel hayat kavramının kapsamına ilişkin açıklamalarda bulunmuş ve bu kavramın bireyin kişisel hayatını istediği gibi yaşayabileceği bir iç alan ile sınırlandırmayı ve dış dünyayı bu alandan tamamen uzak tutmayı hakkın koruma alanını aşırı şekilde sınırlayan bir yaklaşım tarzı olarak nitelendirmiştir (Fernández Martínez/İspanya [BD], B. No: 56030/07, 12/6/2014, s 109).
18. AİHM, mesleki hayatla ilgili başvuru türlerinde özel hayat kavramını iki farklı yaklaşıma göre uygulamaktadır: birincisi özel hayata ilişkin bir unsurun anlaşmazlık nedeni olup olmadığı (sebebe dayalı yaklaşım), ikincisi ise itiraz edilen tedbirin sonuçları bakımından özel hayata dokunan bir meselenin olup olmadığı (sonuca dayalı yaklaşım). AİHM'e göre özel hayata ilişkin unsurların mesleğin icrası yönünden aranan nitelik ve yeterlilik koşulları bakımından gözetilmiş veya kişinin mesleği ile ilgili tasarruflara esas alındığı durumlardan kaynaklanan başvurular sebebe dayalı yaklaşım çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamı içinde değerlendirilir. AİHM, kişinin meslek hayatını etkileyen bir tedbirin kişinin özel hayatına yönelik ciddi olumsuz etkilerinin bulunduğu veya bulunma ihtimalinin olduğu durumların konu edildiği başvuruların sonuca dayalı yaklaşım kapsamında Sözleşme'nin 8. maddesinin kapsamı içine girebileceğini ifade etmiştir. Bu bağlamda söz konusu olumsuz etkilere ilişkin değerlendirmede AİHM, kişinin yakın çevresi üzerindeki -özellikle de maddi bakımdan ortaya çıkan sonuçları- diğerleri ile ilişki kurma ve geliştirme olanakları ile itibarı üzerindeki olumsuzlukları dikkate almaktadır. AİHM'in söz konusu yaklaşımlara ilişkin değerlendirmeleri için bkz. Denisov/Ukrayna, ss 100-117; Tamer Mahmutoğlu [GK], B. No: 2017/38953, 23/7/2020, ss 57-61.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Anayasa Mahkemesinin 28/6/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
20. Başvurucu;
i. Gözaltına alınan müvekkilinin talebi üzerine ifade verdiği sırada hazır bulunmak istediğini ancak hakkında henüz bir müdafilikten yasaklama kararı olmamasına rağmen ifadeye katılmasına engel olunduğunu, daha sonra da Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine hakkında müdafilikten yasaklama kararı verildiğini belirtmiştir. İlgili mevzuatta avukat hakkında belli suçlardan kovuşturma olması hâlinde müdafilikten yasaklama kararı verilebileceğinin düzenlendiğini, mevzuata göre doğrudan bir yasaklamanın mümkün olmadığını, yasaklama konusunda hâkime takdir yetkisi verildiğini vurgulamıştır. Bu takdir yetkisinin nasıl kullanıldığının da denetime elverişli olacak şekilde ve yeterli gerekçeyle ortaya konulması gerektiğini ancak ilgili kararların bu nitelikte bir gerekçe içermediğini iddia etmiştir.
ii. Mevzuatta emredici bir hüküm olmadığına göre müdafilikten yasaklama kararı verilebilmesi için avukatın dâhil olduğu soruşturmayı ya da kovuşturmayı etkileyecek olumsuz davranışlarının olması gerektiğini vurgulamıştır. Ancak kendisinin avukat olarak katılmak istediği soruşturmanın dosyası ile benzer soruşturma ve kovuşturmaların dosyalarına etki edecek olumsuz bir davranışının olmadığını, zaten böyle bir tespitin de şikâyet ettiği karar ve kararın sürecinde yer almadığını ifade etmiştir. Bu durumla birlikte mevzuata göre avukat hakkında genel bir müdafilikten yasaklama kararı alınamayacağını ancak olumsuz etkisinin tespit edildiği soruşturma veya kovuşturmaya yönelik bir yasağın söz konusu olabileceğini, müdafilik görevini kötüye kullandığına dair bir tespit olmaksızın 1 yıl süre ile hakkındaki hem mevcut hem de ileride olabilecek müvekkillerini ve mesleki ilişkilerini etkileyebilecek şekilde yasak konulmasının ölçülü olmadığını ifade etmiştir. Ayrıca bu genel yasaklama nedeniyle avukatlık hizmeti karşılığında müvekkillerinden avukatlık ücreti de talep edemeyeceğini vurgulamış, mülkiyet hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
21. Bakanlık görüşünde; yasaklama kararının soruşturma aşamasıyla sınırlı bir etki doğurduğu, kovuşturma aşamasına sirayet eden nitelikte olmadığı belirtilmiştir. Başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçu yönünden soruşturma yürütülmesi nedeniyle geçici bir süreyle, yargılandığı suç ile aynı mahiyette dosyalar kapsamında müdafilik görevinden yasaklanmasına karar verildiği ifade edilmiştir. Bu kapsamda Sulh Ceza Hâkimliğinin kararının incelenmesinde uygulanmak istenen tedbir yönünden kanunun aradığı koşulların bulunup bulunmadığının denetlendiği ve başvurucu hakkında verilmiş bir mahkûmiyet kararının olup olmadığına bakılmadığı vurgulanmıştır.
2. Değerlendirme
22. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesine dayanak alınacak 20. maddesi şöyledir:
"Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz."
23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, s 16).
24. Kişilerin mesleki hayatlarının onların özel hayatlarıyla sıkı bir irtibatının olduğu ve meslek hayatına yönelik tedbirlerin ya da müdahalelerin söz konusu olduğu dava süreçlerinde özel hayata saygı hakkının gündeme geldiği yadsınamaz. Bununla birlikte öncelikle mesleki hayata yönelik tedbirlerin ya da müdahalelerin hangi durumlarda özel hayat kapsamında görülmeye uygun olduğu veya başvuru konusu edilen uyuşmazlıkların hangilerinin bu bağlamda uygulanabilir kabul edileceği hususlarında belirlenen ölçütlerin dikkate alınması gerekir (C.A. (3) [GK], B. No: 2018/10286, 2/7/2020, s 88).
25. Anayasa Mahkemesi C.A. (3) kararında, özel hayata ilişkin hususların kişinin mesleği ile ilgili tasarruflara esas alındığı durumlarda özel hayata saygı hakkının uygulanabilir olduğuna ve özel hayata ilişkin herhangi bir nedene dayanılmaksızın mesleki hayata yönelen müdahalelerin özel hayata saygı hakkı kapsamında değerlendirilebilmesi gerekli olan koşulların neler olduğuna ilişkin detaylı değerlendirmelerde bulunmuştur (C.A. (3), ss 90-96).
26. Anılan kararda belirtilen ilkeler gözetilerek somut olay değerlendirildiğinde başvurucunun temel iddialarının müdafilik yapmasının yasaklanmasına ve bu yasaklamanın mesleki faaliyetlerini ve ilişkilerini etkileyeceği yönünde olduğu görülmüştür. Avukatlık, 1136 sayılı Kanun'un ifadesiyle kamu hizmeti ve serbest bir meslektir. Adalet sistemindeki rolü nedeniyle toplum nezdinde önemli bir yeri ve saygınlığı olan avukatlığın niteliği gereği güçlü sosyal ilişkiler kurularak ifa edilen bir meslek olduğu söylenebilir. Buradan hareketle somut olayda, uzun süredir avukat olarak çalışan başvurucunun müdafilik yapmasının 1 yıl süre ile yasaklanmasının başkalarıyla ilişki kurabilme ve geliştirebilme imkânını, sosyal ve mesleki itibarını etkileyen ciddi sonuçlar doğurmaya yol açacağı, dolayısıyla anılan etkinin özel hayatına önemli bir ağırlık derecesinde yansıyacağı sonucuna ulaşılmıştır (benzer yönde ki değerlendirme için bkz. Özlem Kenan B.No: 2018/25808, 7/4/2021, s 42).
27. Açıklandığı üzere mevcut başvuruda, mesleki hayata yönelik sınırlamanın başvurucunun özel hayatını ciddi şekilde etkilediği ve bu etkinin belirli bir ağırlık düzeyine ulaştığı söylenebilir. Bu durum gözetildiğinde başvurucunun masumiyet karinesine ilişkin iddiaları haricindeki mesleki hayata dair iddialarının bir bütün hâlinde özel hayata saygı hakkı kapsamında incelenebilir nitelikte olduğu değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
28. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Müdahalenin Varlığı
29. Somut olayda avukat olan başvurucunun 1 yıl süreyle hakkındaki kovuşturmaya konu suçla sınırlı olsa da müdafilik görevinden yasaklanmasının başvurucunun mesleki hayatına, itibarına ve sosyal/mesleki ilişkilerine olumsuz etkileri olacağı açıktır. Bu durum gözetildiğinde mahkemenin başvurucunun mesleki faaliyetine ilişkin sınırlama getirmesinin özel hayata saygı hakkına müdahale olduğu sonucuna varılmıştır.
ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
30. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
31. Yukarıda belirlenen müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 20. maddesini ihlal edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, meşru amaç taşıma, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama kriterlerine uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir (R.G. [GK], B. No: 2017/31619, 23/7/2020, s 82; Halil Berk, B. No: 2017/8758, 21/3/2018, s 49; Süveyda Yarkın, B. No: 2017/39967, 11/12/2019, s 32; Şennur Acar, B. No: 2017/9370, 27/2/2020, s 34).
(1) Kanunilik
32. Başvurucu hakkındaki müdafilikten yasaklama tedbirinin 5271 sayılı Kanun’un 151.maddesine dayanılarak tesis edildiği görülmüştür. Bu kapsamda somut olayda başvurucunun özel hayata saygı hakkına yapılan müdahalenin kanuni bir dayanağının mevcut ve yargısal kararların yeterli bir hukuki temeli olduğu anlaşılmıştır.
(2) Meşru Amaç
33. Anayasa'nın 13. maddesi, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasını ilgili hak ve özgürlüğe ilişkin Anayasa maddesinde gösterilen özel sınırlandırma sebeplerinin bulunmasına bağlı kılmıştır. Anayasa’nın 20. maddesinin birinci fıkrası yönünden ise özel sınırlama nedeni düzenlenmemiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, birtakım sınırlama sebeplerine yer verilmiş olmakla beraber bu sebepler sadece arama ve elkoyma tedbirlerine yöneliktir. Dolayısıyla bu sebeplerin özel hayata saygı hakkının tüm boyutları yönünden uygulanması mümkün görünmemektedir (AYM, E.2012/100, K.2013/84, 4/7/2013; Ahmet Çilgin, B. No: 2014/18849, 11/1/2017, s 40).
34. Anayasa'nın 20. maddesinde özel hayata saygı hakkı için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte söz konusu hakkın hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Anayasa'nın 12. maddesinde düzenlendiği üzere temel hak ve hürriyetler kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder. Bu bağlamda özel sınırlama nedeni öngörülmemiş olan hakların dahi hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırlarının bulunduğu sonucuna ulaşılabilmektedir. Ayrıca Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak da bu hakların sınırlanması mümkün olabilmektedir. Buna göre Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan hak ve özgürlükler ile devlete yüklenen ödevlerin özel sınırlama sebebi gösterilmemiş hak ve özgürlüklere sınır teşkil edebileceği kabul edilmektedir (AYM, E.2014/87, K.2015/112, 8/12/2015; E.2016/37, K.2016/135, 14/7/2016, s 9; E.2013/130, K.2014/18, 29/1/2014; Ahmet Çilgin, s 39). Bir başka deyişle temel hak ve özgürlüklerin kapsamının objektif uygulama alanının her bir norm yönünden bağımsız olarak değil Anayasa’nın bütünü içindeki anlama göre belirlenmesi gerekir (AYM, E.2017/130, K.2017/165, 29/11/2017, s 12).
35. Anayasa'nın 5. maddesinde ise "Devletin temel amaç ve görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır." denilmektedir. Buna göre kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak devletin temel amaç ve görevlerindendir (Ö.N.M., B. No: 2014/14751, 15/2/2017, s 71). Kişinin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamanın ön koşulu millî güvenliğin ve kamu düzeninin tesisidir. Millî güvenliğin ve kamu düzeninin sağlanmadığı bir ortamda hak ve özgürlüklerden gereği gibi yararlanılması, kişinin özel hayatına saygı gösterilmesi mümkün değildir. Bu kapsamda devletin hak ve özgürlükleri koruma ödevinin yanında millî güvenliği ve kamu düzenini sağlama görevi de bulunmaktadır (Ö.N.M., s 72).
36. Terör örgütleri ve örgütlü suçlarla mücadele kapsamında uygulanan müdafilik görevinden yasaklama şeklindeki tedbirin amacının -bir kamu hizmeti niteliğinde olan avukatlık mesleğinin adalet sistemi içindeki yeri ve önemi de gözetildiğinde- kamu hizmetinin etkin bir şekilde yürütülmesini sağlamak olduğu değerlendirilmiştir. Bu bağlamda somut olay özelinde başvurucunun özel hayatına saygı hakkına yönelen müdahalenin kamu düzeni ve kamu güvenliğinin sağlanması nedenlerine dayandığı ve bu suretle meşru amaç unsurunu taşıdığı sonucuna varılmıştır (benzer yönde bkz. AYM, E.2018/73, K.2019/65, 24/7/2019, s 41).
(3) Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk ve Ölçülülük
(a) Genel İlkeler
37. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı olması gerekir. Açıktır ki bu başlık altındaki değerlendirme, sınırlamanın amacı ile bu amacı gerçekleştirmek üzere başvurulan araç arasındaki ilişki üzerinde temellenen ölçülülük ilkesinden bağımsız yapılamaz. Çünkü Anayasa’nın 13. maddesinde "demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olmama" ve "ölçülülük ilkesine aykırı olmama" biçiminde iki ayrı kritere yer verilmiş olmakla birlikte bu iki kriter bir bütünün parçaları olup aralarında sıkı bir ilişki vardır (Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, s 45).
38. Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir. Amaca ulaşmaya yardımcı olmayan veya ulaşılmak istenen amaca nazaran bariz bir biçimde ağır olan bir müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı söylenemeyecektir (Ferhat Üstündağ, s 46).
39. Orantılılık ise sınırlamayla ulaşılmak istenen amaç ile başvurulan sınırlama tedbiri arasında dengesizlik bulunmamasına işaret etmektedir. Diğer bir ifadeyle orantılılık, bireyin hakkı ile kamunun menfaatleri veya müdahalenin amacı başkalarının haklarını korumak ise diğer bireylerin hak ve menfaatleri arasında adil bir dengenin kurulmasına işaret etmektedir. Dengeleme sonucu müdahalede bulunulan hakkın sahibine terazinin diğer kefesinde bulunan kamu menfaati veya diğer bireylerin menfaatine nazaran açıkça orantısız bir külfet yüklendiğinin tespiti hâlinde orantılılık ilkesi yönünden bir sorunun varlığından söz edilebilir (Ferhat Üstündağ, s 46).
40. Bu durumla birlikte avukatlık mesleği hukuki mesele ve anlaşmazlıkların hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının uygulanmasını sağlamaya yönelik olarak adalet hizmetinin yürütülmesinde önemli bir yere sahiptir. Ayrıca toplumun adalet sistemine karşı güven duymasının, adalet hizmetinin sürdürülebilir olması için zorunlu olduğu, avukatlık mesleğinin de bu güveni sağlama kapsamında icra edilmesi gerektiği söylenebilir. Adalet hizmetinin etkin bir şekilde yürütülmesini sağlamaya, mesleğin saygınlığını ve güvenirliğini korumaya da hizmet edecek mesleğin icrasına ilişkin bazı tedbirler öngörülmesinin avukatlık mesleğinin adalet sistemi içindeki rolü ve önemin doğal sonucu olduğu söylenebilir ( Özlem Kenan, s 61).
41. Buna göre özel hayata saygı hakkına yapılan bir müdahale, zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa ya da zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamakla birlikte orantılı değilse demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemez.
(b) İlkelerin Olaya Uygulanması
42. 1136 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde avukatlık mesleğinin nitelikleri ve önemi, bir kamu hizmeti olduğu, avukatın yargılama süreci içinde adaletin bulunup ortaya çıkarılmasında görev aldığı, kamu yararını koruduğu belirtilmiştir. 1136 sayılı Kanun'un 1. ve 2. maddelerinde avukatlığın kamusal yönü ağır basan bir meslek olduğu vurgulanmıştır. Bilgi ve deneyimlerini öncelikle adalet hizmetine vererek adalete ve hakkaniyete uygun çözümler için hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasında yargı organlarıyla yetkili kurul ve kurumlara yardımı görev bilen avukatın yargı düzeni içindeki yeri hukuk devletinde önemlidir. Hukuk devletinin olmazsa olmaz unsuru olan bağımsız yargı, yargının olmazsa olmaz unsuru olan savunma ile birlikte anlam kazanır. Savunma sav-savunma-karar üçgeninden oluşan yargının vazgeçilmez ögesidir. Adaletli bir yargılamanın varlığı ancak avukatın etkin katılımıyla sağlanabilir (AYM, E.2007/16, K.2009/147, 15/10/2009).
43. Her serbest mesleğin kendine özgü yanları, birbirinden ayrılıkları bulunduğu gibi uzmanlık alanlarının farklılığı, farklı uygulamaları doğal, hatta zorunlu kılar. Avukatların savunma görevini üstlenmeleri ve adaletin gerçekleşmesine katkıları, mesleğinin özelliği sayılmakta ve kimi kısıtlamalara bağlı tutulmalarının haklı nedenlerini oluşturmaktadır. Avukatlık mesleğini seçenlerin avukatlık adına uygun biçimde görevlerinin gereklerini özenle yerine getirmeleri, avukatlık unvanından ayrı düşünülemeyecek saygı ve güveni koruyup güçlendirmenin başta gelen koşullarından biridir. Böyle olunca da adalet dağıtımında, yargı alanında görev üstlenen avukatların diğer serbest meslek mensuplarından farklı hükümlere bağlı tutulmaları haklı nedenlere dayanmakta ve Anayasa'nın eşitlik ilkesiyle çelişmemektedir (AYM, E.1988/50, K.1989/27, 23/6/1989).
44. Bu bağlamda müdafilik görevinden yasaklanma 5271 sayılı Kanun’un 151. maddesinde düzenlenmiştir. Olay tarihinde yürürlükteki hâliyle anılan maddenin (3) numaralı fıkrasında, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 220. ve 314. maddelerinde sayılan suçlar ile terör suçlarından şüpheli, sanık veya hükümlü olanların müdafilik ya da vekillik görevini üstlenen avukatın kendisi hakkında anılan suçlar nedeniyle soruşturma ya da kovuşturma bulunması hâlinde müdafilik veya vekillik görevini üstlenmekten yasaklanabileceği belirtilmiştir. 5237 sayılı Kanun’un 220. maddesinde suç işlemek amacıyla örgüt kurma, örgüte üye olma gibi örgüt suçları, 314. maddesinde de silahlı örgüt kurma, yönetme ve silahlı örgüte üye olma suçları düzenlenmiştir. Buna göre avukat hakkında müdafilik görevinden yasaklama kararı verilebilmesi için öncelikle müdafilik görevini üstlendiği kişinin örgüt veya silahlı örgüt ya da terör suçlarından şüpheli, sanık veya hükümlü olması gerekmektedir. Avukatın müdafilikten yasaklanması için ikinci şart ise kendisi hakkında anılan suçlardan dolayı soruşturma veya kovuşturma açılmış olmasıdır.
45. Anılan düzenlemeye göre müdafilikten yasaklama kararı verilebilmesi için şüpheli/sanık/hükümlü ile avukatın aynı suç kapsamında soruşturma veya kovuşturma geçirmesine gerek bulunmamaktadır. Anılan maddenin (4) numaralı fıkrasına göre ise müdafilikten yasaklama kararı verilebilmesi için öncelikle Cumhuriyet savcısının bu konuda talepte bulunması zorunludur. Mahkeme veya hâkimin resen yasaklama kararı verme yetkisi yoktur. Söz konusu fıkrada, müdafilikten yasaklama kararlarına karşı itiraz edilebileceği de belirtilmiştir.
46. Mevzuat Anayasa Mahkemesinin anılan iptal kararı (bkz. s 13) önceki hâliyle bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde avukat hakkında müdafilik görevinden yasaklama kararı verilebilmesi için ön koşul, müdafilik görevini üstlendiği kişinin 5237 sayılı Kanun’un 220. ve 314. maddeleri bağlamında örgüt veya silahlı örgüt suçları ya da terör suçlarından şüpheli, sanık veya hükümlü olması; avukat hakkında da anılan suçlardan dolayı soruşturma veya kovuşturma açılmış olmasıdır. Bununla birlikte anılan ön koşulun gerçekleşmesi durumunda Kanun'da müdafilik veya vekillik görevini üstlenmekten yasaklanabileceğinin düzenlendiği de dikkate alındığında doğrudan uygulanacak bir yasaklamanın öngörülmediği, Cumhuriyet savcısının talebini değerlendirmede mahkemeye/hâkime takdir yetkisi tanındığı açıktır. Bununla birlikte müdafilikten yasaklama kararlarına karşı itiraz hakkının mevcut olduğu, itiraz merciinin de yasaklama kararının koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğini değerlendirmenin yanı sıra mahkemenin kararı verirken takdir yetkisini hukuka uygun şekilde kullanıp kullanmadığını da denetleyeceği vurgulanmalıdır.
47. Örgütsel haberleşme gibi müdafilik görevinin kötüye kullanılması sayılacak kabul edilebilir durumların her olayın somut koşullarına göre tespiti hâlinde anılan suçlardan hakkında kovuşturma olan avukatın müdafilik görevinden geçici olarak yasaklanmasının terör suçları ve örgütsel suçlarla mücadele kapsamında amacı gerçekleştirmeye elverişli ve bu bağlamda demokratik toplum gereklerine uygun bir tedbir olduğu söylenebilir. Bununla birlikte özel hayata saygı hakkına yönelik bir müdahale bakımından başvurucunun katlanacağı külfet ile kamu menfaati arasında adil dengenin sağlanıp sağlanmadığının tespitinde müdahaleyi gerçekleştiren derece mahkemelerinin karar gerekçesi büyük önem taşır. Derece mahkemelerinin temel hak ve özgürlüklere yönelik müdahalenin zorunlu bir ihtiyaca karşılık geldiğini ve orantılı olduğunu ilgili ve yeterli bir gerekçe ile ortaya koyma yükümlülüğü vardır. Bu kapsamda somut olayda öncelikle müdafilikten yasaklama tedbirinin uygulanması bağlamında Kanun tarafından mahkemeye/hâkime tanınan takdir yetkisinin denetime elverişli olacak şekilde ilgili ve yeterli gerekçe içermesi gerektiği vurgulanmalıdır.
48. Tüm bu açıklamalar çerçevesinde başvuru konusu olay değerlendirildiğinde avukat olan başvurucunun hakkında terör örgütüne üye olma suçundan devam eden bir kovuşturma olduğu gerekçesiyle1 yıl süre ile kovuşturmaya konu suçlar yönünden müdafilik görevi yapmasının yasaklandığı görülmüştür. Anılan kararda başvurucunun görevini kötüye kullandığı ya da müdafiliğini üstlendiği soruşturmayı olumsuz etkileyecek eylemleri olduğuna dair inceleme yapılmadığı gibi bu yönde bir tespitin de olmadığı görülmüştür. Ayrıca bununla birlikte başvurucunun ifadesine katılmak istediği soruşturma dosyasına münhasır yasaklama öngörülmediği gözetildiğinde yasaklamanın başvurucunun avukat olarak vekilliğini yürüttüğü bütün dosyaları da kapsar şekilde sonuç doğurabileceği anlaşılmaktadır.
49. Gerek Cumhuriyet savcısının talebinde gerekse Hâkimliğin kararında başvurucunun genel bir yasaklamayı gerektirecek müdafilik görevinin ifasına ilişkin bir tespitin mevcut olmadığı, sadece başvurucu hakkında kovuşturma olmasına dayanıldığı anlaşılmıştır. İtiraz mercii de yasaklama kararının koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediği ile sınırlı bir inceleme yapmış, Hâkimliğin yasaklama kararı verirken takdir yetkisini hukuka uygun şekilde kullanıp kullanmadığı yönünde bir denetleme yapmamıştır. Bu durumda ilgili yargı kararlarında şikâyet konusu tedbirin somut olayın koşullarına göre zorunlu bir ihtiyaca karşılık geldiği ve orantılı olduğu hususlarının ilgili ve yeterli bir gerekçeyle ortaya konulduğu söylenemez.
50. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
51. Hakkındaki ceza yargılamasının devam ettiğini, henüz karar verilmediğini, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar suçlu sayılmasının mümkün olmadığını vurgulayan başvurucu; yargı sürecini etkileyecek olumsuz bir davranışı olmamasına rağmen sadece hakkında kovuşturma olmasına dayanılarak müdafilik görevinden yasaklanmasının masumiyet karinesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
52. Bakanlık görüşünde; başvurucunun avukatlık hak ve yetkilerinin tümüyle kısıtlanmadığına, sadece ilgili mevzuatta belirtilen suçlar bakımından yürütülen soruşturmalar kapsamında bir sınırlama getirildiğine dikkat çekilmiştir. Bu açıklamalarla birlikte Cumhuriyet Başsavcılığının talebinde ve Sulh Ceza Hâkimliği kararında sadece soruşturma konusu suça ilişkin şüphe durumunun anlatıldığı, başvurucu hakkında herhangi bir suç tespitine yer verilmediği hususlarının masumiyet karinesine ilişkin yapılacak değerlendirmede gözetilmesi gerektiği belirtilmiştir.
53. Müdafilik görevinden yasaklama, bir cezalandırma olmayıp özellikle örgütlü suçlar bakımından yargılamanın sağlıklı bir şekilde yürütülmesini amaçlayan bir yargılama tedbiridir (AYM, E.2018/73, K.2019/65, 24/7/2019, § 40).
54. Masumiyet karinesi kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak kişinin masumiyeti asıl olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz. Bu çerçevede masumiyet karinesi kural olarak hakkında bir suç isnadı bulunan ve henüz mahkûmiyet kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilkedir (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, ss 26, 27).
55. Bu çerçevede masumiyet karinesi, mahkûmiyet hükmü kesinleşmeden kişi hakkında birtakım tedbirlerin uygulanmasına engel olacak şekilde yorumlanmamaktadır (benzer yöndeki kararlar için bkz. Erdoğan Ayhan Kit, B. No: 2013/9302, 17/9/2014, s 30; Mete Aslan, B. No: 2013/8521, 18/9/2014, s 25; Önder Sığırcıkoğlu, B. No: 2013/9303, 19/11/2014, s 26; Cafer Karataş, B. No: 2014/2369, 11/12/2014, s 44). Ayrıca gerçekleştirilen yargılamanın esasının bir hükümle sonuçlanması gerekmediği gibi yargılamanın esasına ilişkin mahkeme kararının kesinleşmesi de gerekmemektedir (benzer yöndeki karar için bkz. Sebahat Tuncel, B. No: 2012/1051, 20/2/2014, s 39).
56. Bu sebeple başvurucunun silahlı terör örgütüne üyelik suçundan yargılamasının devam ettiği gözetilerek geçici bir süreyle yargılandığı suç ile aynı mahiyette olan soruşturma ve kovuşturma konusu dosyalar kapsamında müdafilik görevinden yasaklanmasına karar verilmesinin masumiyet karinesini ihlal edecek nitelikte olduğu söylenemez. Nitekim ilgili sulh ceza hâkimlikleri kararın verildiği tarih itibarıyla somut olayda uygulanmak istenen tedbir yönünden Kanun'un aradığı koşulların bulunup bulunmadığını denetlemek durumunda olup başvurucu hakkında verilmiş bir mahkûmiyet kararının olup olmadığına bakmamaktadır (Kemal Uçar, B. No: 2018/18733, 27/1/202, s 32).
57. Bununla birlikte kamu otoriteleri veya görevlileri tarafından, hakkında soruşturma veya kovuşturma yürütülen kişiyle ilgili olarak -yargılama süreci bir mahkûmiyet hükmüyle kesinlik kazanmadan- suçluluğa dair herhangi bir kanaat ifade edilmesi ya da ceza yargılaması mahkûmiyet dışında bir kararla sona ermesine rağmen sona ermeye ilişkin kararda sanığın suçlu olabileceğinin ifade edilmesi durumunda masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilecektir. Dolayısıyla mahkeme kararlarında, resmî yazılarda veya kamu görevlilerinin ifadelerinde sarf edilen söz veya ifadeler nedeniyle kişiler hakkındaki masumiyet karinesinin ihlal edilmemesi için kullanılan ifadelerde seçilecek kelimelere azami dikkat edilmesi gerekir (Ali Atlı, B. No: 2013/500, 20/3/2014, s 35).
58. Bu kapsamda söz konusu olayda bireysel başvuruya konu kararlara bakıldığında, başvurucunun silahlı terör örgütü mensubu olduğu ya da suçlu olduğu inancının yansıtılmadığı, başvurucunun suçlu olduğunu ifade veya ima eden bir ibareye yer verilmediği anlaşılmıştır.
59. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Anayasa Mahkemesince kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, s 24).
60. Somut olayda masumiyet karinesine yönelik bir ihlal bulunmadığının açık olduğu anlaşılmıştır.
61. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Giderim Yönünden
62. Başvurucu; ihlalin tespiti ile yargılamanın yenilenmesine, 4.360 TL maddi ve 100.000 TL manevi tazminata karar verilmesini talep etmiştir.
63. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinde yer almaktadır.
64. Başvuruda, ilgili yasaklama kararının üzerinden geçen süre ve başvurucunun talep etmemesi birlikte değerlendirildiğinde tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır.
65. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için haberleşme hürriyetinin ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya 13.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
66. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
67. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.794,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya 13.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. 294,70 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.794,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için Bursa 3. Sulh Ceza Hâkimliğine (E.2018/2843 D. İş), Bursa 4. Sulh Ceza Hâkimliğine (2018/2916 D. İş) ve Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 28/6/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.